31 Temmuz 2010 Cumartesi

he is not gone inside me

calvin ile hobbes demisken...biliyorum, takinti oldu, yaparim dogaldir. ama daha once hic olumle ilgili bu kadar dogru bir sey duymadim ne yapalim









"i am crying because out there he is gone but he is not gone inside me!"

what a stupid world, truly

"You've taught me nothing except how to cynically manipulate the system."

calvin ile hobbes'un buyuyunce Jack ve hayali dostu Tyler oldugunu biliyor muy-ooeeeh.

http://metaphilm.com/philm.php?id=29_0_2_0

boyle de bir sey varmis calvin & hobbes ile ilgili. jack ile tyler olmuslar buyuyunce. Acikcasi Calvin Jack'e donustuyse geri kalanlarimiz boku yemisiz diye dusunuyorum. Amma velakin benim icin calvin ve hobbes hep soyle kalacaklar



sey, belki birazcik da boyle

oeeh bilgisayarin icine boogeyman kacti

cd-rom'a takilan cd neden gorunmez. bilgisayar sen ne yaptin. bir format lazim. dammit.

İnsanlar bu Dünya için kast edilmiş olamazlar

bu gun hayatımda ilk kez bır kadın olarak doğduğum için kendimi şansa batirilip cikarilmis hissettim. Kadın olmayı sevmediğimden değil, aksine sorsanız bir kadın olmayı erkek olmaya tercih edeceğimi söylerdim, her iki cinsiyetın de yaşadığımız toplumların kurallarınca belirlenmiş bazı avantajları ve dezavantajları olduğundan birinden birini diğerine tercih etmeyecek olsam da, bu gün hayatımda ilk kez bu çağda bu coğrafyada bir erkek olmadığım için beni dünyaya getiren şeylere şükran duydum.

17 yaşındayım ben. Önümde dönen çarklar var, durmayan çarklar, rengarenk bir o kadar da mide bulandırıcı olduklarına emin olduğum fuarlar var. Herkesi bağlayan ipler beni de bağlıyor, her kadının ve erkeğın boynuna dolanan emirler ve düzen benim de parçası olduğum gerçeklik. Buna rağmen bu gün, 20 yaşımı doldurduğumda birilerinin çıkarları için, birilerinin savaşları için elime silah almak zorunda olmadığım için kendimi şanslı hissediyorum. 20 yaşımı doldurduğumda benden davaları uğruna kan dökmemi istemeyecekleri, silah tutmayı reddettiğim için  hapse atmayacakları, kendim kadar çaresiz insanları öldürüp yıllardır süregelen bir savaşı devam ettirerek ekmeklerine yağ sürmediğimde beni vatan haini ilan etmeleri için bir fırsatları olmadığını düşündüğümde, gerçekten de bir kız doğduğum için bencilce seviniyorum. Kim hayatının iki yılını onu bırak iki ayını inanmadığı şeyler için riske etmek ister? Ben istemem.
Beni yanlış anlamayın, şiddet, direnişçi şiddet, insan hayatını, özgürlüğünü ve onurunu kurtarmak için gösterilen şiddeti  -anlayamasam da (şiddeti anlayabilir misiniz, bence sadece uygulayabilirsiniz) - destekleyebilirim. Kölelikten kurtulmak için kan dökmüş insanların, tarih boyunca birilerinin maşalarının ucunda ezilenlerin kendilerine uygulanan şiddete daha büyük bir şiddetle cevap vermelerinin mantığını anlayabilirim.
Bu demek değil ki her iki taraftan da masumlar ölürken, insanlar yıllardır kırılırken, üzerinde yürüdüğümüz topraklar kanla yıkanmışken yerimde oturup birinin bana silahları vermesini ve onlar büyük oyunlarını planlarken sıramı ölmek ve öldürmekle geçirmeyi bekleyeceğim. Beklemezdim herhalde, belki kaçardım, belki hapse atılırdım belki başka bir şey.
köleleştirildik. Ekonomik olarak, siyasal olarak, toplumların içinde kısılı kalarak toplumlarca toplumlar olarak köleleştirildik. Gücü kaybettik, teslim ettik, yatak odalarımızın mahremiyetine kadar her şeyi otoritenin, otoriteden sonrada rahat yaşam vaatlerinin, normların, doğrucu reklamcıların ellerine bıraktık, tembelleştik.
Bu gün Nefes'i izledim ben, bu yazıyı o yüzden yazıyorum. Ön yargılıydım bu filme, izleyen, beğenen, alkışlayıp Türkiyenin gerçeği bu diyen  insanlar yüzünden. Utandırdı beni. Ablamın dediği gibi belki de daha anti militarist bir film olamazdı.
Göz ucuyla takip ettiğim sahnelerden birinde ablama "ben küçükken biz burda oturuyorken insanların bir yerlerde ölüyor olmasını çok garip karşılardım." dedim. "Daha doğrusu insanlar ölürken bizim burada oturuyor olmamızı garip karşılardım." şimdi büyüdüm, dünyanın tahminlerimin çok ötesinde garip bir yer olduğunu yavaş yavaş, görüntü görüntü, ateş ateş anladım.

Hayatım boyunca Ankara'da yaşadım, doğuya ayak bile basmadım. Şiddetin tarihini öğrenmek, kurbanlarını tanımak için artık gitmeye gerek kaldığından değil, ben 21. yüzyılın mesafeyi yoka indirgeyen tanrılarını kullanan bir çocuk olarak büyüdüm. Sadece bir yıl, 15 yaşındayken bir yıllığına Amerikaya gittim, insanların evlerinde kalıp, okullarına devam ettim. 16. yaşımı orda doldurdum, 17'yi yarılamadan geri geldim. Orada hiçde sır olmayan bir sır öğrendim benim genç ve küçük kafama dank eden, Amerıka'da 9/11'den bu yana terör olayı olmadığını duyduğumda ne kadar şaşırdım tarih dersinde. Donukça 25 yıldır devam eden bu savaşı anlattığımda, arkadaşlarımın yüzünde kendi korkmuş şaşkınlığımı gördüğümde şiddeti ne kadar doğal bulduğumu düşündüm onlara göre. Bu bariz bilgi parçasının beni nasıl sarstığını, çünkü öyle değil de ne, doğuda insanlar ölüyor, öğretilmiş ve kabullenilmiş bir gerçek.  Kabullenmişlikten tiksindim.

Hayat ve dünya onunla ilgili ne düşündüğümüzü umursamıyor, en karanlık düşüncelere kapılıp üzülmenin faydası olmadığı gibi, işaret edilen bütün kapıların da atın önündeki havuç misali umutlar olduğunu biliyorum. İkisinin ortasında bir yerlerde var olmak gerek diye düşünüyorum, ortalarını yada kenarlarını göremesem de.
17 yaşındayım ben, söyleyebileceğim ve yapabileceğim şeylerin ailem hariç -belki onlar bile değil- kimse tarafından ciddiye alınmayacağını, bir değişiklik yapmayacağını biliyorum. Şimdi çırılçıplak soyunup, bahçe masasına çıkıp sokağa avaz avaz savaşa hayır diye bağırsam, belki 15 dakikalık vaad edilmiş ünü yakalayacak kadar bile dikkat çekmeyebilirim. Yada belki tam da o kadar.
Güçsüzüm, silahsızım, bana sadece kelimelerim bırakılmış. Yine de şanslıyım kelimeleri ellerinden alınanlardan da olabilirdim, dili yasaklananlardan. Güçsüzüm, mücadele için tek yapabileceğim konuşmak ve yazmak. Dili küçümseme dediğinizi duyar gibiyim, kalem kılıçtan keskindir, pes etme dediğinizi. Doğru, kılıçtan da tüfekten de nükleer bombalardan da güçlüdür belki kalem ama televizyondan, medyadan da güçlü mü kalem? Karşısında duramayacağımız silahlarla vurulmaya başlamadık mı, biz kalemlerimizi kullanırken öldürülmedi mi birilerinin hisleri televizyonlarda izlerken savaşları?
Güçsüzüm, sen de güçsüzsün, o da güçsüz. Durmak isteyip de duramıyorsak, hayır diyemiyorsak, evetlerimiz elimizden alınmışsa, hepimiz gücü teslim etmişidir demek değil mi bu.
Ben gücü geri istiyorum.
Ben güçsüzüm, daha en temeldeyim, sözlerim de boş, iplerim de yok, hayallerimce oynatılıyorum. Biliyorum kı yanımdakınden farkım yok kölelikte.
Ama bir yandan da, bir yandan da ben güçlüyüm demekten alamıyorum kendimi. benden alamadığınız bir şeyler var, ben güçlüyüm demekten. Belki zeka, özgüven, bol miktarda şans bana bunu söyleten
 belki başka bir şey.

ama söylediklerimi kimse duymasa da sessiz kalmayı reddediyorum. Hayır diyorum. HAYIR. otoritenize, yasaklarınıza, kurallarınıza, savaşlarınıza HAYIR.

17 yaşında bir insanım, ölüme herkes kadar, bir kurşun yarası uzaktayım, hayatım herkesinki kadar - bir ömür. Hayat bundan fazla olmalı, hayat bundan başka olmalı diyorum. İnsanlar bu dünya için kast edilmiş olamazlar.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

hayatimda kendimi neredeyse hic bir sey icin disipline etmedim. hatta sebebini hatirlayamadigim bir bicimde, her turlu cazibeye yenik dusecegime vedogam geregi  disiplinli olmayacagima da karar verdim. sanirim bu kararlar ben "hayatta hicbir seyi ciddiye almiyorum" anlarindan birini yasarken verildi. halbuki, sozunu etmeyecegim nedenlerden dolayi, dun gece ve bu gun daha once denemeye tenezzul dahi etmeyecegim bir self-control gosterdim, ve her turlu abur cuburdan, yemeten ve ekmekten uzak durdum. bir bucuk gundur elma yiyip su icmek disinda besin alimi yapmadim. kutusundan cikardigim stick cikolatayi acmadan cekmeceme koydum, annemin aldigi kaymakli ekmek kadayifini koklamakla yetindim. Ne yazik ki bir bucuk gundur cesitli yemeklerin hayallerince tacize ugruyorum, agzim sulaniyor, uzuluyorum. Bu da sunu anlamama vesile oldu ki, ben yemek yemeyi cok ama delicesine cok seviyorum.

neyse efendim uzun lafin kisasi, iki gun daha elma ve suya talibim. bu yuzden de bu aptal kur biter bitmez yiyeceklerimi aklima geldikce  asagiya not aliyorum

bittiniz oglum siz, yedim sizi ROOOAAARGH

KFC usulu kizarmis tavuk parcaciklari, kfc ekmegi
soslu sogansiz aspava durum
ekmek kadayifi
zeynelde sehriye corbasi
krep
taze fasulye (annem yapti bohuhuh)



ROOOARRRGH devami yarinin acliklarina

20 Temmuz 2010 Salı

beni aglayarak aradiginda kendimi iki yil geride bilgisayar karsisinda zirlarken buldum. ve birilerinin bana coktan bildigim seyleri soyleyerek beni sakinlestirdigini hatirladim.
anlik bir seydi bu, telefonu elime aldigimda ne soylemem gerektigini bilmeme yetecek kadar acik ve net.
ona yalniz olabilecegini soyledim, yalniz ayakta durabilecegini ve bir suru klise sey daha. insanlarin duymaya ihtiyaci olan guc verici seyler. insanlarin duymak istedikleri pembe yalanlar degil, ihtiyac duyduklari gercekler kadar klise seyler.
agladi, ezildim. Ben onun yerinde olsam arayip aglar miydim yalnizligimi yenmek icin, inanir miydim insanlarin bana iyi gelebilecegine, paylasir miydim acimi bilmiyorum. bir zamanlar evet, simdi bilmiyorum. onemli de degil.

yeni sorulara ihtiyacim var kendim ve hayatla ilgili, cok fazla cevaba sahip biri sessiz ve bos cunku, konusacak anlatacak merak edecek seyler olmayinca bahcenin disinda, insan olu cunku.
belki de sorun budur. belki de yok olmanin anahtari tamamina ermeyecek bir huzurun icinde sessizlige kisili kalmak, sozler olmadan, sorular olmadan. soru yoksa hikayede olmaz cunku, oyku olmaz.

oyku yok u ortada bir?
sorularimi istiyorum bulutlardan, yildizlardan, boceklerden ve insanlardan
bana atesi vermelerini istiyorum
sorular yoksa oyku olmaz.

9 Temmuz 2010 Cuma

ve karsisina hayat cikti

yillar once bir formul bulmustum, butun safligimla, gunesin altinda yuruyebilecegime inanmistim butun problemlerimin cozumu olarak.

butun mutluluk ve huzur ve her sey gittiginde, sen de terk edebileceksin istersen.
ozgurlugun gunesin altinda yuruyebilmek olacak. tercih hakkin bu.

saf ama guzel bir cozumdu bu. Amerikanvari, filmlere yakisir, uzucu bir dusunce.


uzuluyorum, hem de cok. ama bir yandan da yarin olacak ve gun dogacak. canavarlar cikmazsa bu gece yatagimin altindan ve gunes kiyameti dogurmazsa yarin sabah, yine bir gun gecirecegim gok yuzunun altinda. yeni bir ben doguracak gunes yeni bir gunle.
huzun ve uzgunluk midemde bir histen ibaret, yeteri kadar aglayamadiginiz da olusan cinsten. aglamak hem yeter hem yetmez cunku, mahremiyet ister. halbuki insan bir tek zihninde mahrem.

hayatta kucuk noktaciklar olmak gorevimiz. kesen ve cizen diger noktalarla. ama sadece noktalar. o kadarcik, mikroskobik ruhlarimizla. eger bir yaratan varsa ve eger biraz anliyorsa bunu, ona tesekkur borcluyum bu kadar kucuk ve onemsiz yarattigi icin ruhumu, yidizarinkine kiyasla.
korkumu kendim uretiyorsam, nesemi de kendim uretiyorum. ve simdi neden deli denildigini anliyorum korkusuz insanlara. nedensiz yere cesur olmak, neden varken uzulmemek, nedenleri hic takmamak ancak delilerin isidir.
benim muzigim var, hayatim var, gun isigim var, kendim varim
ve yarin bu gok yuzunun altinda, koca evrende ufak bir nokta olarak, her seyi birakarak yuruyebilirim.
ve bir kez daha kendi kendiminim.


Holden'in tavsiyesini keske tutsaymisim.
Insanlara asla hicbir sey anlatmayin

5 Temmuz 2010 Pazartesi

bir oykum var

gercek bir artist sanatina kendisinden hic bir sey katmaz. 

http://somewherebetweendreamsandsleep.blogspot.com/

fena olmadi sanki. kendi oykum diye demiyorum.